“Nereye ?”
“Bilmem. Bekle, yazı mı tura mı? Yazı olursa kuzeye, tura gelirse güneye . Ne dersin?“
“Yolculuğun ilk anında tartışacak değilim. Dediğin gibi olsun. Ne geldi ?“
“Güneye yol alıyoruz. Heyecanlı mısın ?“
“Aslında biraz. Hatta çok. Sen?“
“Her şeyi merak edip sabaha kadar uyuyamayacak denli heyecanlı…”
O bir gün geldi ve biz Dennis’le uzun zaman içinde sürekli varsayıp
konuştuğumuz tuhaf yolculuğa 1976 model , fıstık yeşili Volvo 240 GL ile
çıkıyoruz. Onca konuştuk, işte hayaller şimdi sahiden de şimdiki zaman. Bu
şehirde ikimizin de yaşadığı evler, sürekli geçtiği sokaklar, uzun yıllardır bildiği
tanıdık yüzler vardı, bildik kokular, bildik yer tarifleri… Bu kararı çok kolay
veremediğimiz için epey zaman aldı yola çıkmak. Gitmek istiyorduk, yine bile
alışkanlıkları, şehri, kokuları bırakıp gitmek o kadar da kolay değildi elbette.
Ancak öyle bir şeye karar vermiştik ki, şehri bırakıp gitmek ya da kalmak asıl
sonucu değiştirmeyecekti ve hayal listemizi tamamlama isteği ikimizin de ortak
kararıydı.
Bagajda sadece küçük iki valizimiz, içinde hiç giyilmemiş birkaç kıyafet ve ikişer
kot pantolon , kazak … Geçmişten bize herhangi iyi veya kötü hiçbir kıyafeti
giymek, gereksizce üzülmek istemiyorduk. Sanki bize ait bir geçmiş yok gibi
davranacaktık, sanki hafızamızı kaybetmişiz, sanki hiç eski gün olmamış. O bir
yolcu, ben bir yolcu… Ortak noktamız aynı şey için aynı yolda aynı arabada
oluşumuz. Bir de birbirimizi sevmekle, hoşlanmak, belki aşık olmak arasında
gidip geliyorduk. Ne ben kesin aşık olduğumdan emindim, ne de o. Konuşmadık
bunu , ama aşık olmadığımızı da konuşmamıştık.
Çeşitli nedenlerle bu gerçek dünyada kalmak istemiyorduk. Hayat ne kadar hak
ise gitmek de aynı nedenli hak olmalıydı. Bu yere ait olmadığımıza kanaat
getirecek olaylar yaşamıştık . Ayak uydurmakta ciddi zorluklar çekiyorduk.
Kimseyi anlayamadığımız gibi, kimse de bizi anlamıyordu. Bunlar bu büyük karar
için yeterli nedenler olabilir miydi ? Bilmiyorduk, ama öyle bir zorunluluk da
yoktu. Yolculuktan önce intiharla ilgili türlü şeyler okuduk, gizli gizli araştırdık,
şöyle mi ölsek, böyle mi ölsek… Ne beynimiz patlasın istiyorduk, ne de bitkisel
hayatta kalmak. İşi tam anlamıyla bitirmek ama güzel kalmak, güzel ölmek
istiyorduk. Yolculuk sırasında nasılsa bir şekle karar vereceğimizi düşünüp , ne
zaman , nasıl olacağını önümüzdeki kasabalara, şehirlere bıraktık. Bakalım nasıl
ölecektik.
Saat akşama yaklaşıyordu. Dennis arabayı sürüyor, ben uzaklara bakıyordum.
Konuşmuyorduk. Kim bilir o ne düşünüyordu, bıraktığı annesini, babasını, kız
kardeşini belki. Ben ne düşündüğümü bile fark edemeyecek kadar karışıktım.
Aslında içimde anlaşılır endişe, hatta korkular vardı. Yollar kalabalık değildi.
Tırları , kamyonları, bizimkinden daha eski arabaları, yaşlıları solluyorduk. Her
geçtiğimiz aracın sürücüsünün yüzüne dönüp bakıyordum. Yüzler ve hayatlar…
Donuk sürücüler, yolcular, öteki ve öteki…Sessiz bir seyir hali…