Bugün hayatlardan çarşamba. Oynaya oynaya, güle güle, büyük bir sevinçle veya harikulade huzurla geçen ardışık saatler yok. İyi şeyler söylemek isterdim. İsterdim ama… Bu iyi niyeti belirleyen bir yol yok. Kırk bir kere güzel hayat desem, yine desem hayat değişmiyor. Bir yerde sürekli mutlu olmak kolay değil, halbuki sürekli mutsuz olmak çok daha rahat, hatta bir çabaya bile gerek yok. Bu can sıkıcılıkla ilgili fikrim şu: Ne kırmızı başlıklı kız, ne de büyükanne, hayat o yatakta yatan kurdun ta kendisi. Masalın esas yüzü bu düzenci kurt. Pohpohla kurdu, pohpohla, senin kulakların ne kadar büyük, senin ağzın ne kadar kocaman. Sonra kurt seni bir lokmada yutsun. Güzel hayat, güzel hayat… Otuz dokuz kaldı geriye… Deniyorum. Her şeyi denediğim gibi. Müspet sonuç alınamamış. Hayal. Kurgu. Rüya. Düş. İyilik. Peri. Küçük bir kağıda, küçük bir mektup yazdım. ”Sevgili kurt, sıkılan canımı artık daha fazla sıkıyorsun, sana tahammülden de usandım, kırk yıllık masalı değiştireceğim haberin olsun, yeşil başlıklı kız olacak ve sen kurt masalda hiç yer almamış olacaksın, büyükanneyle, yeşil başlıklı kız mutlu bir hayatın içinde huzurla yaşayacaklar. Pusulamı dikkate al ve benden uzak dur kötü kurt!”
İşte böyle, canım sıkkın. Rağbet edilen güzel bir şey yazmak isterdim bu çarşamba. Üzüntü, sıkıntı hiç olmamış gibi mutlu haberler vermek isterdim. Lakin bu kurt masalda rağbet görüyor. Başka çarşambalarda, başka ümit veren bir konuşma sözü vermekten başka bir şey elimden gelmiyor şimdi. İyi çarşambalar…