Onunla aynı hayatın içinde olmayı epeydir hayal ediyordum. Gizli tutsak bile bazı hayaller sır kalmıyor. Bir anlamda açıkça onu takip edecektim. Kahveyi nasıl yudumladığını, önce hangi gazeteyi okuduğunu, hangi yürüyüşlere çıktığını, hayatının her dip köşesini bulacaktım. Onunla romantik taşkınlıklar, uydurmak zorunda olmadığı yalanlar, verip tutmadığı sözler olmadan hayatının içinde yer alacaktım. Bu berbat bir aşk hikayesine göre çok daha az yorucu hatta mantıklı geliyordu. Çok sevdiği kahveyi yudumlarken yanında oturacak, görünmezliğimle en sadık hayat arkadaşı olacaktım. Dahice.
Başını uzaklara çevirdiğinde onu daha çok sevdiğimi fark ettim. Sonra aniden kahveden boğazını yakan bir uzun yudum alıyor. Hımm, acıyı seviyor. Pekala, bunu aklımda tutmalı ve en kolay bir anda ona hızla çarpıp görmezden gelmeliyim. Hem böylelikle ona dokunacak hem de onu mutlu edecektim. Aşk, tutku, takip her şeyi olağan ve çok sıradan yapabilme gücüne sahipti. Bir saniye sonra gazetesini katladı. Dikkatini çeken bir haber okuyor olmalı. Hayal kırıklığına uğramadan, kendimi güvenceye alarak nasıl da sevebiliyordum bu adamı. Plan yok, gelecek yok, yalan yok, işlemeyen hiçbir saat yok. Her şey kontrol altında. Her şey nasıl da istediğim gibi ilerliyor. İki hayat aynı hikayenin içinde, iki hayatı da bilen sadece benim. Ona aşık olduğum için asla kendimden nefret etme ihtimalim yok. Parmakları ağır ağır gazetenin üstünde dolaşıyor; beyaz, güzel elleri var. Dehşete sürüklenmeden her hareketini seviyorum. İkinci kahveyi nazikçe istiyor garsondan. Herkes bilebilir, bence o eski iyi kalplilerden. Bir kalem istedi. Tuhaf, sanırım gazeteden iş ilanlarına bakacak. Bakışları benim tarafıma çevrildi. Sanırım öleceğim. Beni fark etmiş olamaz, bana öyle gelmiştir, çok ama çok güzel gözleri var, hayır öleceğim, bütün vücudum işgal edildi sanki, asla bilemez her sabah onu haftalardır seyrettiğimi, asla! İnsan hayatı onca uzunken birkaç haftanın ne önemi olabilirdi ki! Bütün hayatımı şu an, onunla ilk göz göze geliş anının yavaşlatılmış halini seyrederek geçirebilirim. Bütün gücümle iki defa gözlerinin içine bakma cesareti gösterebildim. Şimdi ölmezsem sanırım bir daha ölmem. Bir dış özellik nasıl bütün hayatımı, kalbimi, hayallerimi ele geçirebilir… Bu kadar güzel gözleri olmasa…Bu iki kez göz göze gelişten sonra hayatım bir daha hiç eski hayatım olmayacak. Ne sabah kalkışlarım, ne gece uykularım… Gazeteye bir şeyler not alıyor, arada bana bakıyor, sanki, sanki… Sandalyeye masaya sanki yerleşik kaldım, bir türlü kıpırdayıp kalkamıyorum, kaçamıyorum… Başka, başka ülkelere gitmek istiyorum bu adama daha daha aşık olup bitmeden. On binlerce yıldır masada oturuyor gibiyim, hiçbir şey olmamış gibi, onunla göz göze gelmemişiz gibi, sanki onun hayatını takip etmemişim gibi çıkıp gidemiyorum. Olanaksızı mümkün kılmak, görünmez olmak istiyorum. Ben bu adama aşık kalamam, ben hayatımı geri istiyorum, bu takip, bu tutku baştan sona hataydı. Yeniden çıksam yola, başka yöne sapsam, onu hiç görmemiş olsam, her şey ama her şey, onu hiç görmediğim zaman olsa. Muhtemelen aşığım. Kesin aşığım. Ölüyorum.
Ya şimdi niye bana doğru bakıyor, niye hafif bir gülümseme var yüzünde, hesabı istedi. Kesin biliyor ona aşık olduğumu ama kesin. Yok mu olacak? Artık takip edildiğini anladıysa hayatta bir daha onu göremeyeceğim. Hayatta ona bakamayacağım. Onu asla ama asla seyredemeyeceğim. Hayatının içinde hiç ama hiç olamayacağım. Ben öldüm.
Masadan kalktı, gazeteyi aldı. Dikkatle katladı. Yanımdan geçiyor, hiç kıpırdamıyorum, nefes alırsam öleceğim, gazeteyi masama kahvemin yanına bıraktı. “Okursanız sevinirim.” Gitti.
“Ben de sizi takip ediyorum haftalardır. Çok güzel seyrediyorsunuz. Yarın aynı saatte kahvelerimizi içerken konuşacak çok şeyimiz var.
Ben öldüm.