Ne söyleyeyim? Neredeyse hiç kimsenin öğle uykulu yaşamlarının kalmadığını mı ? Parçalı bulutlu adamlar, yedi fil hikayesi, evinde uyuyamayan hayatlar, hoşgörüsüz sokaklar, biri diğerini itiyor, öne adımlayıp daha hızlı yaşamak için dirsek atıyor, komik çabalar, anlamsız telaşla. Sabahları işe giderken, akşamları da eve dönerken daha çok korna çal, öndeki arabayı sıkıştır ki daha hızlı sürsün, acele hayatçılar, bir patırtılı, bir gürültülü hayat… Nereye? Gerçekten soruyorum bunu: Nereye? Ben bir şeyleri eksik biliyor olmalıyım. Yavaşlığım bu çağa uyumsuz kalıyor. Bir saat önce, bir saat sonra ne fark eder ki… Hayat ne bir gün ileri, ne bir gün geri bitiyor. Onca çabanız öyle tuhaf ki, ya da ben tümüyle tuhaf, uyuşuk ve siesta halindeyim. Sıcak bir kahveyi seviyorum, sisin arkasında yürümeyi seviyorum, ağır çekim dolanıp limonata içmeyi, sevmeyi seviyorum; yavaş saatçiler, saat tamircileri, terzihaneler, eski iş hanı bekçileri, gömlekçiler, Arap sabunu kullanıcıları, tuhafiyeler, radyo piyesçileri… Kafasını masaldan kaldırıp masala geçenler. Ağır çekim yürüyücüler. Araba plakalarını tek tek okuyabiliriz, levhaları tek tek söyleyebiliriz, aynı sokaktan yavaş tempoda yine ve yine geçebiliriz, hiç acelemiz yok. Aynı hayatla elli yıl mutlu olabiliriz, on senede Latince öğrenebiliriz, aynı hikayeyi aynı tutkuyla çok kereler okuyabiliriz, sıkıntı yok, geçitler, sokaklar, meydanlar hiç bitmeyecekmiş gibi seyrek halli yürüyebiliriz. Duru bir yüzle , ağır çekim bir hayatla yavaşça yaşayıp gidiyoruz, ama hiç değilse kimseye kendimizi beğendirme hevesinde olmadan kendi seçimlerimizi yaşıyoruz, büyük caddenin büyük hayatlı büyük adamı olma niyetinde değiliz. Güney sahillerinde, oturma odasında, yağmurun içinde ıslanıp hayal kurabiliriz, istatistikler, oranlar, kalabalıklar bize göre hiç olmadı. Sahile inmeden önce, sayfiyeden döndükten sonra, yazlıklar kaldırıldığında, hep ama hep kendi halimizde yürüyebiliriz. Koşa koşa gidecek çok mühim bir kasaba, çok derin bir hikaye, bekleyen bir tango… Çok telaşa anlam yok ki… Türlü türlü hayatlar var, hiç kuşkusuz bin bir huylu yürüyücüler, hiçbir şey çok tuhaf gelmiyor, ama anlam da veremiyorum. Bir yavaşlık oyunu kazanını, kaybedeni olmayan mutlulukla bitmez miydi? Hırslar, intikamlar, mızıkçılar, benim babam senin babanı döver diyenler, benim hayatım senin hayatını yer diyenler. Herkes sanki bir yolculuk öncesi telaş içindeyken, bazıları sabah söylediği bir cümleyi tekrar tekrar düşünebilecek kadar bol vakitli siesta gönüllü uzun ve yavaş hayatlılar… Adsız sokaklarda, adsız hikayelerle, adsız hayatlılar öğle uykusunun çok değerli olduğunu bilirler. Yaz. Sayfiye hayatı… Plajlar… Şemsiyeler ve şezlonga uzanmış siesta hayatlar… Uzun uzun hayal kurabilecek, gece gördükleri rüyayı tekrar tekrar düşleyip hayra yorabilecek kadar telaşsız ruhlu, kuma uzanmış hayatlar… Şimdi öğle uykusu zamanı.
Öğlen Uykusu
Ö