Bu hikayede geçen kişiler kesinlikle gerçek değildir. Hayal ederek yazılmıştır.
Başımı küçük pencereye çevirince emekli banka müdürünün çatısında silindir bir su deposu görüyorum. Başımı yine çevirince benzerlikleri yakın başka su depoları görüyorum, sonra gözlerimi dubleks binanın ikinci katına indiriyorum kayıtsızca: Evleri güneşten korumak için bej rengi kalın perde aralanmış, güneş içeri girdikten az sonra belki güllü mobilyaları solar ama bundan daha önemlisi var; geniş gözlüklerin arkasında yarı saklanan bir çift ‘görücü’ nün yoğunluğu omuzlarıma indi ve bedenim ister istemez ağırlaşıyor. İki saat hiç kıpırdamadan siyah sandalyemde, gidip gelen aynı gözleri seyrettim, hatta komşumuzun siyah tüylü elini ve kırlaşmaya başlamış saçlarını. Başımı başka yönlere çevirmek ya da kalkıp yerimden gitmek kolay olurdu ama bezdirici bakmaya karar vermiştim. Göze göz.
Saatler çabuk geçmiyordu. Zaman paha biçilmez değerliydi. Zümrüt vakti diyebiliriz aynı değerden yola çıkarak, belki bazı anlar sahiden de çok kıymetlidir ve gümüş vakti: soğumuş bir sonbaharın çeyrek gece gökyüzünde bakış çerçeveme atlayan röntgenci bir adamla kesiştiği noktada, donmuş bakışlarımı özgürlüğüne alıp götüren bir kuş aklıma Oruç’u getiriyor, bazen zamanın nasıl da çabuk geçebildiğini hatırlatan uykularla lapis vakti en güzel geceler…Şimdi? Şimdi seyir oturuşuyla tükettiğim saatler sokak taşları.
Değişim için çok geç. Bunca sabit baktıktan sonra nasıl görmemiş gibi yaparak başımı çevirip esneyebilirim ki! Yerimden kalkıp pencereye yürüdüm. Perdeyi sonuna kadar çekerek gözlerimi karşı binada gezdirdim. Bakışlarımla kol gezerken aynı noktaya döndüğümde, o çoktan gitmişti. Derin bir nefes alıp kuş olup olmamak arası gidip geliyordum. Düzen’i bozduğumu fark ettim, perdeyi eski haline getirdim ve adam geri geldi. Aynı ‘ düzen ‘ kuruldu. Çok uykum gelmişti. Uyumamak için gazeteye uzandım. “Elektrik direklerine asılmış afişler ‘düzen’ i bozduğu gerekçesiyle kaldırıldı.” Muhtemelen tiyatro, panel, sergi afişleridir. Sanatın ortalık yerde duyurusu toplumun huzurunu bozma nedenlerinden biri varsayılarak ilanlar öldürülmüştür diğer deyişle. Ortalıkta akıllı adam olmamalı. Uykum muyku kalmamıştı. “Sevgi Yolu’nda saksafon çalan iki genç düzeni bozdukları gerekçesiyle gözaltına alındı.”
“Arabanın içinde öpüşen iki genç tutuklandı.” Ben de tutukluyum, hiç kıpırdayamıyorum.
Gözaltındayım. İşte başka bir ‘düzen’ haberi. “Girişte damsız girilmez yazılı bara iki güzel genç kadın düzeni bozacaklar endişesiyle içeri alınmadılar ve kadınlar İnsan Hakları Derneği’ne bildirip eve geri döndüler.” Hayal gücüm mü karışıyor yoksa okuduklarım gerçek mi? Yalnız olmadığımı bilmek bir suçu başkasıyla paylaşmanın rahatlığını veriyor. Bundan hoşnut olmam ne tuhaf!
“Singapur’dan Japonya’ya haftada 43 uçuşumuz var…” Uzağa gitmek iyi olabilirdi. Bu adam burada kalırdı. Bedenimi herhangi bir yere taşımak kafamı da beraberinde getirecekti, özgürlük kafamın içinde, ben yine ben olacaktım. Düzen kıran. Geyşaların sorunları da olabilirdi. Çare yok. Bir şey değişmez.
Gazeteyi uçaklar yapıp karşı binaya gönderiyorum ama rüzgar yok, özgürlük yok, düşüyor, düşüyor…
Çocukluğumu düşündüm: İstediğimiz gibi gökyüzünde havalanmayan çöp oyuncaklar, çarpım tabloları defalarca yazılmış defter yaprakları uçuşları ve öfkeyle içeri giren küçük ayaklı düş kırıklıkları…
Kızgındım. Hayatta kontrol edilemeyen başka şeyler vardı. Öteki. Diğeri. Gece hala olmamıştı.
Bedenimin üst kısmı hala gözaltında. Oldukça çirkin bir adam. Canım sıkılmaya başladı. O hiç sıkılmıyor. Yakında taşınabilirim. Başımı gövdemden ayırarak. Giyotin. Çağlar sonrası bu işi kendim yapmam gerekiyor. Düzen kıranım. Kimse bugünlerde kafa uçurmuyor, uçurmama neden olarak ölümün suçunu da ellerime atıp kaçışacaklar. Buna uygarlık diyebiliriz. Bittiğinde adı ‘intihar’ olur, suçlu?
Suçlu yine ben. Düzen kıran. Damalı bir tabanın üzerinde ayaklarımı gevşekçe basarak suçlularla yer değiştiriyorum. Taşınacağım ve her şey düzelecek.
Rumuz Kaktüs Ölmüş Bir Geceyle
Dizlerine İnmiş Pembe Bir Don İle
Bütün Yalnız Sorulara Şahit Yok Nedensiz Öldü
Tecavüz Değil Baştan Çıkarıcıymış….
Olmaz. Gazetede böyle ölüm haberi olmaz. Ben de o zaman gece üç sularında Altındağ mahallesinde tecavüze uğradığı sanılan!!! bir kadın haberiyle ölmem. Ölümümün bile yargıya dönüşeceği korkusu bu fikri benden ışık hızıyla alıyor. Yanıma gece düştü. Seyir seçilmez oldu nihayetinde. Belki sırtı karısına dönük uyumuştur çoktan, göğüslerimi yüzüne ekleyip röntgenin tadını çıkararak kaçınılmaz gerçeğin üstüne çıkmıştır. Bu gidip gelmeler ışığın olmadığı çift kişilik yatak odasında zinaydı düşlerle ama görünen şu ki ; sevginin kutsallığı muhterem kocasının üstünde ve sadakat kesin ve yasal. Kimse bilmiyor şimdi yedi taksim a dubleks binada yasal birlikteliğe kabahat karıştığını. Özel hayatımı ihlal etti, gelecek ay Temmuz’ un on beşi evlilik yıldönümlerini kutlarken kırmızı güllerle sadakat ve eşsiz sevgisini anlatacak. Aile kutsaldır her daim ve dokunulmaz. Adam beni gizlice seyredebilir, çiçekleri sularken, perde arkalarından, gece yarısı yazın açık balkon kapılarından, bütün özel gizli hayatımı ihlal edebilir…
Hiç kimseye ispat edilemez, anlatsanız siz düzen kıransınız.Bir suçlunun yargılanacağı sezişleriyle geri çekilişleri ürkek ve çekingen adımlarla, geri çekiliyorum, yüksek sözle bile söyleyemiyorum, masumum, bireyim, kadınım… Yok konuşamıyorum. Erdemli kadınların arasında sarı saçlarıyla suçlu pencere yakınlarında perdesi bilerek çekilmiş göğüsleri dik bir fahişe. Düzeni altüst eden kadın sınıfı.
Ayartmışımdır sağı solu, baştan çıkarıcı, düzen kırıcı. Yarın saçlarımı kestane rengine boyatarak mazbutlaşacağım. Belki tüm bu iftiralardan kurtularak bol kazaklar içinde maksi eteklerle odanın karanlık köşelerine çekilebilirim ve her şeye ilave sokakta sigara içişlerim yok mu salınırken baştan çıkarıcılığımla. Aklımın erdiği kötülükler yine aynı aklımı başımdan alıyor ve ağlıyorum. Yarın hemen taşınıyorum. Islak yüzümle uykuya dalıyorum.
Sabahın aydınlığı bir gece önceki kendime ait kıldığım suçları geri alarak beni masum kılıyor. 56×65 guaj erkek portreme devam ediyorum penceremden sızan güneşle. Kanyağımı yudumlarken fırçalarla dokunduğum yüze iyice yaklaşıyorum. Sıcak bir erkek yüzü. Oruç’un gözleri büyük, alıştığım gün kadar bildik mavilediğim bakışları…Uzakların ellerime sıcak ve yakın dokunuşları gibi..Kalın üst dudağı parmaklarıma yakın mersin çiçeği…Biraz pembeleştirmeliyim dudaklarını, öpüşlerini…Ben Oruç’u sahiden seviyorum. Ne çok özlemişim yüzünü…Tanıdıklığını…Yanında olduğumu hayallemek bile beni öfkelerden arındırıp aklımı şiire sarıyor. Oruç benim kayboluşlardan iki kişi çıkışım, tuvalde hayalle tutunduğum…Hayatı hayatım olan…
Geriye çekilip porteye baktığımda fark ediyorum bluzum kaymış. Adam gelmiş, gizli özel hayatıma oturmuş yine, kıllı eli perdeden kayan bluzumun içine dalıyor… Fırçayı karşı binanın yüzsüzlüğüne fırlatıyorum. Hırçınım. Öfkeliyim. Bahçelerine düştü erkek portrem. Birazdan gidip alırım hafif tombul karısından, “Nasıl oldu bilmiyorum” derim. Kaşının birini kaldırarak beni süzdükten sonra bluzumu düzeltip üstünden toz alıyormuş gibi yapar. Bahçe kapısının önünden çekilip kapıyı açar. ” Oturduğun oda sürekli güneş alıyor, bunalmıyor musun?” diye sorduğunda ben çoktan aynı odamdayım.
BUNALIYORUM. Lakin güneşten değil, desem kocanız hep bende, “haddinizi bilin, kocam üst katta nargile içip aile albümümüze bakıyor” diyecek ve susuyorum. Susuyorum.
Ah Oruç yanımda olsaydın, anlatır mıydın güneş alan bir oda için nelere katlandığımı? Kendimle var olma uğraşımda ben ve ben yaşamaya çalışırken nasıl da zor hayatta kadın olmak…
Şimdi ne çok ihtiyacım var bana söyleyebileceğin iki güzel söze : ” Sen farklısın ve düzenden hariç olmak yakışıyor sana…” “Özgürlüğünü seviyorum.” Sen yanımda, sırtımı dikleştirerek kendime gelir bütün birikmiş öfkemle pencereyi açıp iyice sarkarak ve iyice bağırarak “Pis Röntgenci!” diye ihlal olan özel gizli hayatımı bir çırpıda kurtarırdım. Kurtarır mıydım? Daha içeri girmeden ” Pis Teşhirci ” diye bağırışları beni odanın en karanlık köşesine itiyor, sonunda ezilip bir kenarda bacaklarımı açıyorum çaresiz. Göz tecavüzleri. Kim anlar beni? Sen anlarsın beni, Oruç. Sen anlarsın.
Öyle çok bunalıyorum ki, adamın günlerine ve gecelerine zorla refakat ettirilirken, ertesi sabah uyanıp portreme siyah kalın bir bıyık ekliyorum. Sonra kalın mercekli dikdörtgen geniş bir gözlük. Saçlarına da beyaz fırça darbelerimle her şeyi bitiriyorum. Portreyi alıp odanın en uç köşesine gidip tüm gücümü topladıktan sonra koşarak hızla elimdeki yüzü fırlatıyorum.
Kabanımı giyip çıkıyorum ev’sizlikten. Sigaramı yakıp, Oruç’un sıcaklığını hayalliyorum adım adım semtten uzaklaşırken. Önce sarılırız, sıcak bir çay demler. Ona döndüğümü bilerek hiçbir şey sormaz.
Belki çok sonra anlatırım ona defalarca tecavüze uğradığımı.
Kaynak : OĞLAK YAYINLARI Edebiyat Ürünleri Dergisi Nar : beş 1995
Bu öykü Bir Erkek Portesi ‘Düzenli’ ismiyle basılmıştır.