Seksenler, doksanlar, ömürler, dönemler, gidenler, yükselenler, dünya çöl olacak, kasveti hisset, hüzün senin benim değil, çünkü herkes bir hayat yaşar, bak kolayı var, prozac… Şimdi takvimin geçen aydan kalan on yedi yaprağı çöpte bamyaların üstünde, elma kabuklarının altında. Atatürk caddesinden aşağı palmiyelerin içinden kendimi insanlara bıraktım; seçiyorum, seçemiyorum: Nasıl bir şehirde dolaşıyorum, kafam allak bullak, bir dudağı caddenin kaldırımına bir dudağı gökdelene yapışmış dev dudaklı Venüslüler, karabasanlar, ateşim kırk bir, çarpım tabloları, çarp çarp hep değişmeyenler, çatı akıyor, sokak ortası asılmış siyah çarşaflar, saçmalık canım bu ya, alnıma buz koyup düşür ateşimi, beni sıradan hayata geri götür, her sokakta Venüslüler, her dükkan, her ev fotoğraflardan yırtılmış, mali hesaplar çökmüş, kapılar açık, sağa sola kafa atan bu Venüslüler, yürüdüm,yürüdüm, kaç dostum çok uzağa, kafayı sıyırmadan at kendini buzluğa, düşür şu ateşi, kafayı yediğimin kâbusu, Venüs Hayatlar Kurulu’na kadar gitmişim, cebimde bir paket prozac, kazanılan galibiyetlere, umursanmayan özel hayatlara, bir başka fikri olan var mı, tek fikir hayatta kalmak, trafik canavarlarına, aşk intikamlarına, kusursuz cinayetlere rağmen, her yer ıslak, saatleri karıştırmışım, beş kere prozac almışım, ateşimi düşürün aklımı uçuran bu Venüs hikayesinde deli gibi üşüyorum, başıma üşüşmüş bu Venüs yerlileri yediler gelmişi geçmişi, ateşim kırk bir, yerli malı buz koyun alnıma, düştü düşüyor işte ateşim, hayat ne güzel! Ne kâbusmuş, Venüs Menüs…